🔹Anlatılara göre, Romalı generaller bir zafer kazanıp şehre döndüklerinde kutlama korteji kurulur ve onlar da atların çektiği bir araba üzerinde halkı selamlarmış. Bu esnada kafasındaki taç düşmesin diye biri yanında durur ve tacı tutarmış, ancak bu kişinin aslında çok daha önemli bir görevi varmış. Kendi zaferinden sarhoş olmuş, naralar atan komutana bir şeyi hatırlatmak. Generalin kulağına durmadan ‘momento mori’ diye fısıldarmış. Tekrar tekrar…
🔹Memento mori; Ölümü hatırla… Öleceksin unutma… gibi bir anlama geliyor.
Ürkütücü değil, bilakis uyandırıcı bir ifade. Yaşam, ölümün varlığı sayesinde bu kadar değerli.
🔹🔹🔹 Çok güzel Sakura resimlerine baktım bugün, mevsimi tabii… Kiraz ağaçlarının şekerli renkleri ve birkaç güne kadar dökülecek yaprakları, Dalyan sahilinde kıyıya vuran ve sönen dalgaların sesi, bir martının görkemli salvosu, gün batımındaki kızıllık, bastonuyla yavaş yavaş yürüyen teyze, pusetindeki kıpır kıpır bebek, bir dostun kanatlandıran mesajı, yüzümdeki, nemli, soluğumu zorlaştıran ve baktığım diğer her yüzde gördüğüm, kumaştan virüs duvarları maskeler… Evet onlar da… Hepsi, geçecek olanın, doğumun ve ölümün reddedilemez birlikteliğinin, çizilmiş birer tablosu gibi. Minnet duyabileceğim yüzlerce ayrıntı.
🔹Güzele minnet duymak kolayken, zora da, zorluğa da minnet duyabilir miyiz diye şıkır şıkır bir soruyu kucağımıza bırakan her şey… Yaşamın her anında kutsanacak bir şeyin varlığını anımsatan, uyanabilmemizin ihtimalini ve her şeyin bir ‘MEMENTO MORİ' fısıltısı olabileceğini düşündüren, ‘şimdilik’ bir nisan günü…
Not: Stephen Jenkinson’un ‘Bilge Öl’ kitabını okuyorum bugünlerde. Yazana, Türkçe’ye çevirenlere, basanlara saygılarımı ve şükranlarımı sunarak her sayfasında…Öyle okuyorum…🙏🏼