Ben Tarnoff’un The Guardian’da yayınlanan aşağıdaki makalesinin özetini bulacağınız aşağıdaki yazı, bu günkü durumu harika anlatmış.

Bambaşka bir açıdan çok çarpıcı bir değerlendirme…

Yeni yaldızlı ve gösterişçi üretim çağı…

Bak ne kadar çok çalışıyorum, bak ne kadar da üretiyorum, bak ne kadar yaratıcıyım diye bağıran…

Bak ne kadar sportmenim, fitim, aman da ne kadar sağlıklı besleniyorum, servet sahibiyim ama hakkediyorum diye çığıran ‘yüksek’ topluluklar….

Tevazuyu unutan, sıradan olmayı başaramayan insanlar…

Yangın her yerde başka türlü ilerliyor ama ateş hep aynı ateş…

**************************************

Yaklaşık 120 sene önce, Yaldızlı Çağ* sırasında, sosyolog Thorstein Veblen “gösterişçi tüketim” terimini ortaya attı. Bu terimle servetlerini gösteriş için müsrifçe harcayan insanları kastediyordu. Aynı işe yaramasına rağmen 100 dolar yerine neden 1000 dolarlık takım elbise alınır? Verben’e göre sorunun yanıtı iktidar meselesiydi. Zenginler, ihtiyaç duymadıkları şeylere ne kadar para harcayabildiklerini göstererek egemenliklerini kanıtlıyorlardı.

O zamanlar radikal bulunmasına rağmen, Veblen’in gözlemi artık inkar edilemez. Aradan geçen yıllarda, gösterişçi tüketim Amerikan kapitalizminin karakteriyle iyice bütünleşti. Yeni Yaldızlı Çağ’ımız, Veblen’i eskisinden daha fazla haklı çıkarıyor. Bugünün endüstri liderleri toplumsal konumlarını özel adalar ve süper yatlarla ilan ediyorlar, yeni ABD başkanı ise neredeyse sahip olduğu her şeyi altınla kaplıyor.

Ancak delicesine dudak uçuklatacak kadar pahalı şeyler satın almak, modern seçkinlerin iktidarlarını ilan etmelerinin yegâne yolu değil. Yakın geçmişte, statüyü göstermenin başka bir biçimi peydah oldu. Yeni Yaldızlı Çağ’da egemen sınıfın üyesi olmak yalnızca gösterişçi tüketimi gerektirmiyor. Gösterişçi üretime de ihtiyaç duyuluyor.

Gösterişçi tüketim şatafata tapınmayı gerektiriyorsa, gösterişçi üretim de çalışmaya tapınmayı gerektiriyor. Ne kadar çok harcadığınız değil, ne kadar çok çalıştığınız önemli.

Gösterişçi üretim modası hiçbir yerde ABD’deki CEO’lar arasında olduğu kadar görünür olamaz. Günümüzün üst düzey yöneticileri, neredeyse sapıklık derecesinde çalışmaya düşkün işkolikler. Apple CEO’su Tim Cook, Time dergisine güne 03.45’te başladığını söylüyor. General Electric CEO’su Jeff Immelt Fortune dergisine 24 yıldır haftada 100 saat çalıştığını anlatıyor. Altta kalmasın, Yahoo CEO’su Marissa Mayer Bloomberg’e haftada 130 saat çalıştığını aktarıyor. Falan filan.

Söylemeye lüzum yok, bu kişiler ihtiyaçtan çalışmıyor. Amerikalıların büyük çoğunluğu çalışıyor, çünkü hayatta kalmaları maaşlarına bağlı. Bunun aksine Mayer, Immelt ve Cook yarın emekli olabilirler, sefa içinde bir hayat sürmeye devam edebilir ve çocuklarına hatırı sayılır miraslar bırakabilirler. Üçünün toplam net serveti yaklaşık bir buçuk milyar dolar.

Ancak gösterişçi üretim kişinin maddi ihtiyaçlarını karşılamasıyla ilgili değil. Sınıfsal egemenliğin bir sembolü olarak üretimin alenen teşhiriyle ilgili. Aşırı eşitsizlik çağında, “seçkinler” hem kendilerine hem de diğerlerine herkesten katbekat daha fazla servet edinmeyi hak ettiklerini ispatlamak zorundalar. Tim Cook ortalama bir Amerikalıdan yaklaşık yüzde beş yüz bin daha zengin, ama sabahları 03.45’te kalkıyor. Gösterişçi üretimin alametifarikası da bu: Egemen sınıf, varlığını insanüstü gayretlerini teşhir ederek meşrulaştırıyor.

İroni ise yorucu mesailerin sadece seçkinlere ait bir olgu olmamasında. Ne münasebet. Bahtsız birçok Amerikalı, yaptıklarını ilan etmek için daha az teşviğe ve fırsata sahip olmasına rağmen, benzer bir üretimi icra ediyor. Ecomomic Policy Institute (İktisadi Politika Enstitüsü) tarafından yakınlarda yapılan bir çalışmaya göre, Amerikalı işçiler geçtiğimiz birkaç on yıla kıyasla çok daha uzun süre çalışıyorlar. Bilhassa da kadınlar, zenciler ve yoksullar. Yoksul bir zenci kadın 1979’a kıyasla 2015 yılında 349 saat daha fazla çalışıyor. Nedeni basit. 1970’lerden bu yana ücretler neredeyse hiç artırılmadı, bu da işçilerin artık ihtiyaçlarını karşılamak için daha fazla çalışması gerektiği anlamına geliyor.

Asgari ücretle uzun saatler çalışan bir kadını çalışmaya aynı süreyi ayırıp yılda 30 milyon dolar kazanan kadınla karşılaştırın. Biri karnını doyurmaya çabalıyor, diğeri gücünü ve saygınlığını duyuruyor. İkincinin çalışması şart değil, ama on bin dolarlık bir çanta da ihtiyaç değil. Gösterişçi tüketim durduk yere para harcamayı göklere çıkarıyorsa, gösterişçi üretim de gereksiz çalışmayı kutsuyor. Gösterişçi üretim de tüketim de aşırılıkla gülünç duruma düşerek egemenliği tebliğ ediyor.

Hatta gösterişçi üretim farklı biçimler alabiliyor. Yarın emekli olabilecek kadar parası olmayan insanlar, bu üretimin farklı biçimlerine tutunabiliyor ve bahşettiği seçkin statüden hoşlanabiliyor. Zenginlerin savurganlığının öfke yerine hayranlık uyandırması Veblen’in en etkileyici savıydı. Diğer sınıflara mensup insanlar zenginleri ellerinden geldiğince taklit ediyordu: Orta sınıftakiler bir demiryolu baronu gibi yaşayamazdı, ama toplumsal konumlarını yükseltmek için birazcık şatafatın keyfini sürebilirlerdi. Aynı kural gösterişçi üretim için de geçerli. Çoğu Amerikalı CEO-tarzı aşırı çalışmanın çürümüş mertebelerine asla erişemeyecek, ama çalışmayı bir fetiş hâline getirebiliyorlar.

Boş vaktinizi işe dönüştürmenin bir yolu da “kendinizi geliştirmek”. Bunun en açık örneği ise kentli çalışanlar arasında bir mecburiyete dönüşen spor. Spor salonları, kişisel gelişim ve arınma mesaisinin artık faturaları ödemeyecek hâline gelene kadar sürmesini sağlayan mekânlar. Bu salonlar, sağlıklı içecekler ve organik yiyecekler satan dükkanlardan oluşan bütünleyici bir ekosistemin yanı başındalar, böylece insanlar kendilerini gerçekleştirmeye güç bulabilmek için doğru yakıta erişebiliyorlar.

Tüm bunları yapmanın gerekçesi de “sağlık”. Ancak hâli vakti yerinde Amerikalıların büyük çoğunluğunun spora harcadığı zaman, sağlıklı olmanın gerektirdiklerini ziyadesiyle aşıyor. Çünkü günümüzde fitness ve beslenme diyetlerinin karmaşık iddiaları nihayetinde vücut sağlığıyla ilgili değil. Bu iddialar sınıfsal egemenliği ifade etmek üzere tasarlanıyorlar. İkinci Yaldızlı Çağ’da bir insanın ait olduğu vergi dilimini fiziksel özelliklerine bakarak hesaplayabilirsiniz, sınıfsal konum vücutlara yazılmış durumda. Daha zengin vücutlar sadece daha zayıf değil, her bakımdan kaslı da. Hepsi de muazzam, doğrusunu söylemek gerekirse gereksiz yere harcanmış çabayı yansıtıyorlar.

Ama gösterişçi üretime katılmak için bir CEO olmanıza gerek yok. Teknoloji, herkesin her şeyi üretkenlik için bir fırsat olarak görmesini sağladı. Uyku sürenizi hesaplayabilirsiniz, sex hayatınızı ve adımlarınızı FitBit ile, çekiciliğinizi Tinder ile, ne kadar hazırcevap olduğunuzu Twitter ile, popülerliğinizi ise Facebook ile ölçümleyebilirsiniz. Kişiliğinizi, denetlenebilir, analiz ve optimize edilebilir bir veri akışı panosuna dönüştürebilirsiniz. Hayatınızı bir fabrikaya çevirebilirsiniz, üstelik mecazen değil. Kendinizi üreterek başkaları için ekonomik değer yaratabilirsiniz. Bu platformlarda harcadığınız zaman karşılığında ücret almıyor olabilirsiniz, ama geçirdiğiniz zaman bu platformların sahibi şirketlere büyük cirolar sağlıyor.

Gösterişli üretimin özelliği bu. Sadece aşırı çalışma kültürünü yaratmakla kalmıyor, giderek azalan boş vaktimizi de ekonomik açıdan üretken hâle getiriyor. Kaçış yok. İster bir şirket için veya ister kendimiz için çalışalım, fark etmez. Sürekli çalışıyoruz. “Sekiz saat iş, sekiz saat istirahat, sekiz saat ne istersek o”, bundan 100 yıl önce sekiz saatlik iş günü talep eden ilk işçilerin marşıydı. Bu ayrım artık anlam ifade etmiyor. Uykumuz bile üretkenlik puanlamasında hesaba katılıyor. Girişimci asla işini bırakmıyor.

İşçi hareketinin eski sloganı ütopik bir bilim kurgu romanı gibi duyuluyor. Çok daha az çalışmanızı talep eden bir toplum hayal edin. Yoksulların var olmak için zenginlerin de servetlerinin değerini göstermek için ölesiye çalışmak zorunda kalmadığı, zenginin ve yoksulun hiç var olmadığı bir dünya hayal edin.